Müzik Teknolojileri

80’lerde Çocuk Olmak – Suat BAŞKIR

47759_0“VAY BEEEE! MANYAK MAKiNEYDi!!!”  –

Suat Başkır

. . . Koyu mavi bir ekran üzerinde birbirine çarpmamaya çalışan iki çizginin konu alındığı bir oyunu oynamak ve bundan zevk alabilmek… Şapşal tavukların yumurtalarını aşırırken, maymunun kafana kafana at­ tığı envai çeşit kabuklu yemişten kurtulmaya çalışmak. . .

. . . Hınzır, doyumsuz, kuduruk, içe dönük çocukluğumun, plastik ko­kulu, az hamleli, çok tercihli, köşegen dünyaları. . .

. . .Harika yapay zekalarım. . . “Atari 800 XL” -” Commodore 64″ ­ ” Amiga 500 +”

Diye başlar çocukluğurnun sanal dünyasına bir göz atıp kaçmam. Ba­bamın o zamanlar moda olan Comınodore 64 furyasına karşılık, Beşik­taş’ta şimdilerde inşaat olan sahildeki müzenin tam arkasında, iskeleninse tam önünde kalan koca deposundan etkilenip, “Bunlar daha ciddi canım; kesin bu diğerinden daha fazla tutacak” diye kapıp getirdiği ilk fıyakalı bilgisayarımsıındı Atari 800 XL”(Uyarı: salonlarda ki oyun konsolları olan atariler değil.. o oyunların yaratıcı fırmasının bizzat ürünü olan Atari 800 XL kompüterdir mevzu bahsimiz yanlış anlaşılma olmaya) .

. . .AhAlı ne güzel bilgisayarımızdın serrAtari (Yazar özlem duyar. . .) Bilenler bilir, tuş takımının yanındaki metalimsi havalı tuşları, “Biip, vızzzt. . . sssstt . . . viiikk” diyerek 45 dakikada bir oyun yüklerneye debe­ lenen kasetçaları, bazen – hatta çoğu zaman – kaçan kafa ayarı dolayısıyla tekrar kurmak zorunda kahnsa da açtığında dünyalara kavuşulan “Pit Stop”u, bir dergi dolusu kodlarıyla dünyayı yeniden yazabileceğimi san­ dığım başka bir boyuta ilk geçiş kapıındı atarim. . .

Evet, sonunda diğer zibidiler gibi benim de bir bilgisayarım vardı, ama yalnızca pazar günleri kavuşurdum o zamanki sevdiceğime. ’80’li yılların permalı annelerinin her an misafir gelebilir endişesiyle bizim sa­ lonumuz sizin salonunuzu döver tertibi ve düzenini bozmak istememe­ leri veya bilgisayarı kısa süre içinde hakkın rahmetine kavuşturmam korkusuydu belki de sebebi bilemiyorum, ama çocuğu terbiye edeceğim derken kanser eden bir bakış açıları vardı dönem anne babalarının. (Bu başöğretmen kılıklı terbiye mecburiyeti dolayısıyla şimdi iki ayda bir bilgisayar değiştiren bir adam oldum ya, o da bu eğitime ayrı bir takdir vesilesi tabii.) Herneyse… Cumartesi geceleri ertesi günkurulacakcoş­ kusuyla beklemek yetmezmiş gibi, babamın oynamasının bitmesini bek­ lediğim sevinçli saatlerdi. Pazar öğleden sonralarım “süüvaatt” diye konuşturmayı becerebildiğim an çığlıklar attığım, sağa sola çekiştirir­ken kol kası yapılan coystikleriyle, tavuklardan kaçıp yumurta topladı­ ğım, her ne kadar her seferinde sıkılıp vazgeçsem de iki çubuk çizmeye çalıştığım dandik basic’iyle, “Çocuk hep oyun oynamıyor, bak bir şey­ ler yapmaya çalışıyor maşallah” takdirleri topladığım ilk teknoloccik vay bee ! mdi Atarim.

_

Ta ki alt komşunun torunu Erhan’ın C64’üyle tanışana kadar. As­ lında o zamanlar Erhan’dan çok Emiliyn Hughes Soccer, Last Ninja, Prince of Persia vb. ile tanışmak daha zevkliydi ya neyse. Bunu fark eden Erhan da çocuk doğası gereği bir oyunu adam gibi anlayamadan, “Baak bu da var” diyerek açıp devamlı kendisi oynamak suretiyle kıs­ kandırdıkça kıskandırırdı beni. O River Raid’te tam bir gemiye çarpa­ cakken köprüyü patiatarak geminin yok olmasını sağlarken,· ben gözlerimde yalandan bir hayretle coystiği ele geçirmek için sabırla bek­ lerdim.

(Yazarın eşek kadar olmasına karşılık değişmeyen, arzuladığı bir şeye saplantıyla bağımlı olma haline örnek.) Sonraları C64’e ulaşama­ sam da kırmızılı siyahlı tam 1 2 tuşlu, dolabın ücrasında saklanan (maa­ lesef sonra tarafıından kırılan), devasa Quickshot coystiğimle ve dünya kupasında diğerlerine göre nispeten zayıf İskoçya milli takımının Mc…’larıyla bunun kalecisinin bacak arasından geçip topu tavana asa­ rak alırdım intikamımı. . . O ise kudurup daha güçlü takımlada saldır­ clıkça saldırırdı tabii. Maalesef ev sahibi olarak iki o yenerdi, bir ben. Ama hiç sorun olmazdı bu, C64 ‘ü severdim, eh biraz da Erhan’ı. O gün­ lerde mahallenin diğeNtivilceli suratlı- sayko oğlanlarıyla beraber so­ kakta sürtmek, top_pe§inde koşmak, kendi adıma Fulya’da Beşiktaş idrnam izlemek, kağıt okları ya da yapışkanımsı bitkiden okları birbiri­ mizin orasınaburasına saplamak, dut ağacından pat-pat-pat peşi sıra düş­ mek ve caminin hocasıyla beraber kiraz ağacı sahibi cümle hacıyı dellendirmek dışında en favori eğlencemizdi Emiliyn Hughes Soccer. Uı:harsızca turnuvalara gark olurduk, “‘Eşek ile beygir yarışır, kuyruk kulak karışır hesabı” kavga gürültü. Biz iki çakal diğerlerini ayda bir oyuna çağırdığımız için kondisyonumuz gereği iki Erhan şampiyon olurdu, bir ben elbette. . .

Ahh. . Ahh. . Ne güzel bilgisayarıydın sen Erhan’ın Commodore 64’ü (yazar hayıflanır)…

Gittikçe hastalık derecesine ulaşan futbol v e Emiliyn Hughes Soccer, benim canım Atari 800XL’imin C64 karşısında ciddi bir kan kaybı ya­ şamasına sebep olmaktaydı. Onun o tatlı “biiip… czzztt… ssstt… viikkk” nidaları, barın üzerinden sallanan bira bardaklarını yakalamaya çalış­ mam, kibrit çöpü adamlar arası maratoncia birincilik sevdamız ve en önemlisi neredeyse bitirebilir noktaya ulaştığım ilk oyunuru olan çukura düşmeden ufo vuran ay aracı “Moon Patrol” zavallıının “süvvvvaat” ni­ dalarıyla yavaş yavaş tarih oluyordu. . . Üzülüyordum, süzülüyordum. . . (Anne ve babamın gözünün içine sokarcasına. . . )

Ahh ahh… Ne günlerimiz geçti sevgili Konami, Atari, neydi hani vardı ya o abi ! . . . (Yazar, o zamanlar Noel babayla eş değer saygınlık ve sevgi mertebesindeki atari salonu görevlisinin adını değil de ekrana ya­ pışmak suretiyle görsel hafızasına kazıdığı oyun üretici şirketlerinin adını hatırlamaktadır. . . Yuuuhhh ki yuhtur. Yazar kendinden utanır. Ar­ dından zaten Noel Baba da yok der, vicdanını rahatlatır.)

Onlardan tepki gelmedikçe yavaş yavaş kaderime yenilmiştim. Ha­ tırlarsınız o zamanlar Atari salonu diye bir salgın peydalı olmuştu. Ço­ cuklar odalarının güvenli atmosferinden ayrılarak neşeli ama boş bir ışıltıyla, yanıp sönen parlak ışıklara bakmaktan hipnotize bir vaziyette ve makinelerin başındaki adrenalin patlamasının yarattığı karmaşadan dolayı eblekleşmiş envai çeşit türdeşiyle birlikte doluştuğu salonlarda düşüp kalkınaktaydılar. Bense içlerinde başköşede yer alan, çoğunlukla jetonu olmayan ama oyunu bilen bir nevi “taşıyıcı” çocuklardan biriy­ dim. Yani diğer çocuklar tarafından geçilemeyen yerleri geçen saygı du­ yulası bir “JYP” (Jetonumu Yedi Pezevenk) idim. Fakat bu anti kahraman duruşuro ailem ve öğretmenlerim gözünde pek hoş karşılan­ mıy’ordu haliyle ve Hagar ‘ı olsun Ryu’su olsun, tıpatıp aynı 22 adamdan oluşan dandik Avrupa şampiyonalannın futbolcuları olsun, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeden, (zira hepimiz o zamanlar jetonla besleniyor­duk) tam gün az pansiyon bir şekilde, gönüllü mahkumluğunu yaptığım Atari salonlarından, babamın elindeki yılan başlı sessiz, dayanıklı bir mucizeyle kurtuluvermiştim. Evet bu mucizenin adı “apaçi” idi ve Amiga 500 +’a bağlanmak suretiyle sizi neon ışıklarından kurtarabilıne kerametine sahipti. Final Fight, Street Fighter 2, Pit Fighter ve diğerle­ rine “insert coin”siz erişim hakkının karşı konulmaz büyüsüyle Amiga’ya uyarlanmış versiyonlarına öncelik vererek ilk birkaç gün hepsinin üzerinden geçtim. Heh he top bendeydi artık, fakat büyüdükçe hayatımız ve eğlencelerimizde değişmekteydi pek tabii. Artık yavaş yavaş mahalli hatunları keşfetmek suretiyle, sokak arası futbolunu “kömürlükte” (Ali Sami Yen’in yanında şimdilerde çadır olan yer) ‘ki daha havalı mahalle maçlarına devretmek, kendi adıma Fulya’da Beşiktaş idrnam izlemek, caminin hocası ve cümle kız babası hacıyı dellendirmek, bitkisel otlar­ dan daha organik daha içten yapışkanıınsılarımız ve beta video kaset­ lerle tanışmış olmakla beraber hayatımızdaki değişimlere en favori eğlencemiz Eıniliyn Hughe s ‘ da yenik düşerek yerini Sensible Soccer ve Kick-Off (Goal)’a bırakıyordu. Comınodore 64’lü ezik günlerimin ar­ dından Amiga SOO’le beraber çağımı başlatmış bulunuyordum. Artık bü­ yümüştük ve kazandıkça esası dört kareden oluşan köşeli memeleri görmece oyunu strip poker (nam-ı diğer strip pişti, genelde son dernde anneye yakalanınakla ünlenen oyun) hepimizin ilgisini çekiyordu. Bu mahalli zirve durumu dolayısıyla koştur koştur disketiere çektirdiğim oyunların çoğu bozuk çıksa da listedeki konularından hayaller kurarak bazen saatleri bulan oyun seçimlerim sırasında, Şişli veya Eminönünde han içinde konuşlanmış satıcı (şimdilerde kaçak cd’ci) adamları çıldırt­ maktansa tuhaf ve gerizekalı bir keyif alıyordum. (Yazar en çok istedi­ğine kavuşmak için salak durumuna düşmekten sıkılmayan bir neşe içindedir)

Ahh ahhh… Ne güzel bilgisayarımdın sen Amiga 500+… (Yazar sa­hiplenir, duygulanır. . . )

Dark Seed (Alien’ında çizeri H.R.GIGER’in muhteşem yaratıkları) oyunu çıktığında fotografik, dijitize grafikler sebebiyle film içinde oy­ nadığımı düşünür, kendimi daha önemli hissederdim. Prince of Per­ sia’nın palalı adamları haklayıp, bir anlık tuş basmamasıyla kazıkiara çakılması, Wolfenstein’da, Doom’da 3D’yle tanışmak arkarndan gelen var mı endişesi taşımak, Championship Manager’de Mancini’nin, Bag­ gio’nun transfer etmiş olduğun Juve’de gol kralı olmasına sevinmek, ekranda golü koklamak “Mancini in the area – its in’ . . . Goal ! ! ! ” Beşik­ taşlı olmana karşılık Sensible Soccer’da tek Türk takımı olan Galatasa­ ray ve onun tek Türk futbolcusu Fahrudin (oyun şirketinin bizleri ne kadar saHadığının açık bir göstergesi olarak) ile başarıdan başanya ko­ şarken, her yeni oyunla yeni bir dünyaya açılmaya bayılıyordum. Tabii Erhan’ı da miço olarak kullanarak.

Velhasıl (Ee çocukluk anısı yazar bir pozisyondaysak Hakkı Devrim amcamız gibi cümlelerimizi zenginleştirme zamanımız gelmiştir) şimdi geçmişime dönüp bakınca, yeni evimizde bir hafta boyunca, malızun bir biçimde kurulu vaziyette bekleyenAmigamın özlemine dayanamayarak son iki günü boş evde geçirdiğiınİ nasıl unutabilirim. Ya da her yeni dis­ keti taktığırnda sürücünün altında yanıp sönen küçük sarı ışığın yeşile dönmesiyle acaba oyunu açacak mı endişelerinin yerini mutluluğa bı­ rakmasını. . .

Adı Atari de olsa Commodore da, Amiga da, (hala süren) çocuklu­ ğurola beraber 80’lerin ruhunu hala yaşamaya çalışan benim yaklaşık 15 yılımı paylaştıklarını, yaşamın şu sürati içinde hatırlamak, hatırla­ dıkça da coşkuyla neşeyle dolmak, yaşanan ve yaşanılacak olana dair duyulan tutku değil de nedir? .. diye düşünebilmenin şalısa münhasır key­ fini sürerken, iyi ki sokaklarda kudurduğum kadar, bu plastik kokulu, stresli, az hamleli, çok tercihli, renkli, düz, basit mantıklı, köşegen dün­ yadan da mahrum bırakılmamışım diyerek teşekkür ediyonım aileme, arkadaşlarıma, ruhuma, çocukluğuma. . .

Ha bu arada Chaos Engine ile son dünyanın son bölümünüyse hala geçebiimiş değilim.

page100image17376

Kürşat Taydaş

Bir düşünür der ki : Adınızı söyledikten sonra kendinizi anlatmanız gerekiyorsa daha çok yolunuz var. (aslında bunu daha sert bir üslupla söylüyor) Gerisi sizde..... arayan bulur...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir