Müzik Teknolojileri

Türkiye’de TV ve Müzik

wallpaper-65619.jpg

(Birkaç yıl önceki yazım)

Küresel iletişim alışverişinin kaçınılmaz olarak beraberinde getirdiği kültürel etkileşim, bir yandan toplumlar arasında ideolojik açıdan aynılaşmaya neden olurken bir yandan da topluluklar ve bireyler arasında kimlik farklılaşmalarının daha net ifadesine zemin hazırlıyor. Kültürel etkileşim sürecinde bütün dünyada hâlâ bir numaralı aktör olan televizyon, hem aynılaşmanın hem de farklılaşmanın bir arada empoze edilebildiği bir elektronik mekân. Televizyona geç kavuşan Türk televizyon izleyicisi, devletin ideolojik bombardımanına maruz kaldığı yirmi yıllık bir dönemden sonra, doksanlı yıllarla beraber bu elektronik mekânda kendisi gibi konuşan insanlarla ilk kez karşılaştı. Kamusal söylemin hüküm sürdüğü TRT’den, içtenliğin pazarlandığı özel kanallara geçerken izleyiciler ideolojik bombardımanda aslında bir azalma olmadığını fark edemedi.
Türkiye’de televizyon deneme yayınlarına ilk kez 1968 yılının Ocak ayında başladı. Yayınların gerçekleşebilmesi için gereken teknolojik donanım Federal Almanya Cumhuriyeti tarafından 1963’te sağlanmıştı. O yıllarda Avrupa’da renkli yayınlara geçilmiş olması nedeniyle siyah-beyaz teknolojiye artık ihtiyaç kalmamıştı. Yapılan demode teknoloji transferi ideoloji transferini de beraberinde getirdi. Televizyon yayıncılığını belirleyen standartlar batı tarafından evrensel profesyonel normlar olarak belirlenmiş, teknolojik olarak batıya bağımlı Türkiye’de batı modeli medya uygulamaları en baştan benimsenmişti2. Buna göre televizyonda yine batıdan, özellikle ABD’den ithal edilen programlara ağırlıkla yer veriliyor, programlar genellikle eğlence ağırlıklı oluyor ve ticari reklâmlar sayesinde gelir elde ediliyordu. Kapitalist düzenin tüketim ve davranış kalıpları bu programlar yoluyla, teknoloji ithalinde batıya bağımlı bütün ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de toplum tarafından benimsenip taklit edilmeye başlandı. Toplumsallaşma süreci bilgi, deneyim, inanç değer, tutum, anlam vb. gibi birçok şeyin bireyler ve gruplarca benimsenmesi anlamına geldiğine göre, bu sürecin zeminini oluşturan aile, okul, din, komşuluk vb. gibi ideolojik kurum ya da araçlara artık televizyon da katılmıştı. Televizyon yabancı eğlence programlarıyla, dizileriyle, filmleriyle bir yandan batının kültür kalıplarını empoze ederken, diğer yandan yerli yapımlar ve haber bültenleriyle nasıl iyi vatandaş olunacağını öğretmekteydi. Başka bir deyişle televizyon bir yandan kapitalist ideolojiyi, diğer yandan da resmi ideoloji ve resmi etik i izleyicilere benimsetmede çift taraflı bir rol oynamaktaydı.
Unknown.jpgTRT’nin yayın politikası, Türkiye’de televizyonun kamu hizmetinden çok otoriter devlet geleneği paralelinde yayın yapan bir kurum olarak algılanmasına yol açtı. Her iktidar değişikliğinde kurumun başına yeni yöneticilerin getirilmesi, TRT’nin iktidar partilerinin güdüm ve müdahalesi altında yayın yapmasına neden oluyordu. Nitekim 1961 Anayasasının 121. maddesiyle özerkliği ilan edilen TRT, 1971’deki askeri müdahalenin ardından yapılan anayasa değişikliğiyle özerkliğini yitirdi. Hangi parti iktidarda olursa olsun değişmeyen, resmi kültür politikasının dışında kalan seslere TRT’nin de kapalı oluşuydu. Cumhuriyetin ilanından beri halka benimsetilmeye çalışılan bu resmi kültür politikası batılı elit kültürün sanat ve ifade biçimleriyle şekillendirilmişti. Oysa birçok aydına göre yaratılmaya çalışılan yüksek kültürü, halk bir türlü benimsemiyor, kamu organlarında ifadesine izin verilmeyen kendi öz kültürünü yaşamaya devam ediyordu. Bu yüzden de, örneğin Cumhuriyetin ilk özgün popüler kültürü olarak milyonları etkisi altına alan arabesk müzik TRT’nin sansürüne takılıyor ve ‘acısız arabesk’ gibi bir girişimle dönemin kültür bakanı bu müziği kamusal mekânda yayınlanabilir kılmak için yine devlet eliyle şekillendirmeye çalışıyordu
TRT, BBC modeli kamu hizmeti yayıncılığı yapan bir kurum olma iddiasını, iktidarların gölgesinden kurtulamadığı için uygulama da gerçekleştirememiştir. Farklı görüşlere tahammülü olmayan bir kamusal söylem geliştiren devlet televizyonu, protokol haberciliği yaptığı haber bültenlerinde bunun en belirgin örneğini veriyordu
Eğlence programlarından haber bültenlerine kadar her yayında ciddilik ve mesafelilik sergileniyor, televizyon, hiçbir şey bilmeyen topluma, bilmesi gerektiği kadarını birkaç basamak yukarıda durarak öğretmek görevini yerine getiriyordu.
Bu pedagojik programcılık biçimi Batı’nın ilk dönem televizyonculuğunda da yaşanmış ve “paleo-televizyon” diye adlandırılmıştı. Batıda bu tarz televizyonculuk zamanla yerini bir dizi sosyal dönüşüm ve anlayış değişikliği sonucu “ikinci televizyonculuk” dönemine bıraktı. İkinci televizyonculuk izleyiciyi katılıma teşvik ediyor, en sıradan insanın bile görüş ve düşüncelerine canlı telefon bağlantıları veya tartışma programları yoluyla yer veriyordu. Türkiye’de bu anlayışın, yasaklı kelimelerin listesinin yapıldığı ve bazı enstrümantal parçaların bile cinselliği çağrıştırdığı gerekçesiyle sansürlendiği devlet televizyonunda uygulanması elbette ki beklenemezdi. Yeni televizyonculuk anlayışının Türkiye’de uygulanabilirliği, ancak özel kanalların yayın hayatına başlamalarıyla mümkün olabildi.
1990 yılında Magic Box’ın uydu üzerinden gerçekleştirdiği yayınlarla televizyon yayıncılığında devlet tekeli de olarak kalkmış oldu. Özel kanalların yayınlarına ilişkin hukuki düzenlemeler ise dört yıl arkadan geldi. 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun 13 Nisan 1994 tarihinde çıkarıldığında, onlarca özel kanal yayınlarını sürdürmekteydi. Özel kanallar elbette ki gökten zembille inmedi. Pandoranın kutusu nasıl olmuş da böyle birdenbire açılıvermişti?

Unknown-1.jpg80’li yıllar sona ererken Türk toplumu yeni dünya düzeninin de zorlamasıyla bir değişim geçirmeye başlamıştı. Dünyada hüküm süren küreselleşme dalgası Türkiye’de ithal ikameci ekonomi uygulamalarının da sonunu getirdi. Liberal ekonomi politikalarının savunucusu Turgut Özal, Türk ekonomisini dünyanın geri kalanıyla uyumlu hale getirmede etkili oldu. Aynı dönemde soğuk savaşın bitip Türkiye’nin kendini yeni jeopolitik düzenin tam ortasında bulmasıyla, kültür ve kimlik tanımlarında yeni arayışlara gidildi. İşte bu dönemde ‘resmi’ kültür ve kimlik tanımları karşısında ‘gerçek’ kültür ve kimliklerin ifadesi ivme kazandı. Dinsel kimlikler ve etnik farklılıklara daha çok vurgu yapılmaya başlandı. Özel kanallar, bütün bu değişimlerin çok hızlı yaşandığı bir dönemde ticari çıkar hesaplarını ‘gerçek’ kimliklerin ifadesi üzerine kurdular. Onlar yayınlarında popüler kültüre yöneldikçe, kendisi gibi olanı televizyonda ilk kez gören izleyici de özel kanallara yöneldi.
Devlet televizyonu resmi kültürü zihinlerimize kazımaya çalışırken, ticari televizyonlar “nerede yaşıyor ve yaşatılıyor” olursak olalım bizimle “hayatı paylaşmak” adına yola çıkmışlardı. Televizyonda ilk kez İstanbul Türkçesi dışındaki şiveleri de duymaya başladı Türk toplumu. Arabesk ve pop müzik parçaları sansürlenmeden yayınlanıyordu artık. Protokol haberleri yerini insan unsurunun ön plana çıkarıldığı haberlere bıraktı. Gözyaşı, yoksulluk, kavga, şiddet ve cinsellik su yüzüne çıktı. Özel hayatların üzerindeki örtü kalktı. Ticari televizyonlar öğreticilikten uzaktı ama bu sefer de spikerler izleyicilere nerede ağlayıp nerede güleceklerini mimikleriyle hatırlatmaya başladılar. İzleyiciler canlı telefon bağlantılarıyla seslerini duyurabildiler, sabaha kadar süren tartışma programlarında eskiden tabu sayılan konular hakkındaki yorumları farklı görüşlerden dinlemeye başladılar. Bu arada Türk televizyon izleyicisi, kaçınılmaz olarak ‘az sonra’yla ve ‘rating’le tanıştı. Televizyon programları reklâm kuşaklarının arasına serpiştirilmiş hale geldi. Tek gelirlerini reklamlardan elde eden özel kanallar, popülist tutumlarının bir sonucu olarak haber programlarına dahi eğlence unsurunu sokmayı başardılar. İzleyiciler resmi ideolojinin bombardımanından kurtulmuşlardı ama ticari televizyonlar bütün bunları temelde tüketimi körüklemek için yapıyorlardı. Farklı kimliklerin televizyonda yansıtılması, o kimlikleri de potansiyel tüketici olarak ekran başına çekmeyi hedefliyordu aslında.
Zamanla özel televizyonlar, reklâm verenlerin tüketicilere doğrudan ulaşabilmeleri için hedef kitlelerini daraltarak tek konuda yayın yapan yan kanalları devreye soktular. Örneğin yalnızca videocliplerin yayınlandığı ve müzik piyasasıyla işbirliği içindeki müzik kanalları, kendilerini ‘rockçu’, ‘popçu’ veya ‘arabeskçi’ kimliğiyle tanımlayan genç kitleye doğrudan ulaşmada etkin bir rol oynadı. Yaratılan idoller ‘Çağımızın Erkeği’ veya ‘21. Yüzyılın Kadını’ gibi imajlarla pazarlanarak onların giydiği ayakkabıyı giymek, onların içtiği gazozu içmek, onların kullandığı saç jölesini kullanmak özendirildi. Marjinal kimlikler de televizyonlarda kendilerini gösterebilecekleri alanları yaratmaya başladılar. Makyajlı erkek vj’ler, açıkça “erkeklere de kadınlara da ilgi duyuyorum” demekte bir sakınca görmeyen şarkıcılar televizyonun rutinleri haline geldi. Öte yandan Türkiye’deki taraftarlık olgusunun da kâr getirebileceğini farketmekte gecikmeyen yapımcılar, ‘Fenerbahçeli’, ‘Galatasaraylı’ veya ‘Beşiktaşlı’ taraftarlara yönelik programlar hazırlamaya başladılar. Yemek programlarının sayısındaki artış da kadın tüketiciyi gündüz saatlerinde ekrana çekmede son derece etkili oldu. Bazı kanallarda yalnızca Karadenizlilere yönelik eğlence programları yayınlanırken, reklâm filmlerinde doğu şivesiyle konuşan sevimli karakterler “21. Yüzyıl Bankacılığı”nı bize anlatmaya başladılar. Kısacası Türkiye’de var olan her türlü kimlik bir şekilde ekrandan “ben de buradayım” diyebiliyor ve kendisi gibi olan herkesi ekran başına çağırıyor artık
Bütün bu durumların müzikteki etkisi nasıl ve ne şekilde gelişiyor ?
TRT evveliyatında Radyo ile başlayan yayın hayatında Müzik Devrimi’nin uygulamalarını gerçekleştirmede önemli rol oynamıştır. Ancak Müzik Devrimi’nin başarısızlığı ve iktidarların farklı politikaları kurumun yayınlarını da etkilemiştir.
Batılılaşma sürecinde  dayatma ile sevdirilmeye çalışılan Batı Klasik Müziği halkı radyo alırken “Gavurca Çalmayanından Olsun”  demeye kadar itmiştir.
Gelelim günümüz deki duruma:
Artık TRT ve Özel Kanal ayırımı ciddi bir biçimde görülmektedir. TRT Ulusal Kimliğe hizmet etme, kalite ve seviye anlayışını her ne kadar korumaya çalışsa da rating denen gerçek karşısında zaman zaman çaresiz kalmakta ve gereğini yapmaktadır. Devletin yayın organında Devletten maaş alan sanatçılar bir yandan Halk Kültürünü yaşatma ve yeni nesillere aktarma misyonunu yüklenirken bürokrasi canavarına yenik düşmekten de kurtulamıyorlar ve bunun sonucunda gelişime kapalı bir hale geliyorlar.
Türk Halk Müziğinin yayınlandığı tek kanal olma özelliğini çoktan yitiren TRT tüm dünyada oluşan teknolojik gelişmelerin müziğe olan etkisini çok geç fark etti. Otantizmi koruma adına Yurttan Sesler Korosu gençler tarafından “bayıcı” bulunan icraları tek sesli çok sazlı müzik yapmaktan vazgeçmeyen Halk Müziği ve Sanat Müziği birimleri sonunda genç şeflere tanınan imkanlarla sıyrılmaya başladı.
Şef Zafer Gündoğdu yönetiminde oluşturulan karma Radyo korosuna ek olarak TRT Jazz ve Hafif Müzik orkestralarından elemanlarla desteklenerek genç kuşağın ilgi duyacağı bir icra şekline getirildi. Yine bununla beraber ülkemizde yapılan müzik festivallerinin yayınlanması, halk tarafından kabul görmüş isimlerin programlar yapmaları TRT müziğine bir ivme kazandırdı.
TRT nin bu başarısı çok geçmeden Özel kanallar tarafından fark edildi. Adı … Gecesi, …. İle Türküler vs.vs şeklinde türkü programları mantar gibi türemeye başladı. Bu kültüre uzak , yanlış icra eden birçok eksisi olmasına karşın popüler olan isimlerin programları hız kazandı. Sonuç ekranda çiğköfte yapan adamlar ve onların yayına bağdaş kurup oturan yanık sesli kırolar.
TRT halkın nabzını tutamadı ve Halkın beğenilerine karşın arabeski yasakladı, ünlü isimlere yasak koydu, TRT denetleme kurulu gibi abuk sabuk kurullarla şarkıları yasakladı, türkü formunda besteye yasak getirdi.
Özel kanallar ise böyle bir sorun yaşamadı ve yaşatmadı. Halk kimi istiyor Küstüm şarkısını hemen Küstüm Şov (Show), Hopstar , Türkstar, Popstar derken zaten en büyük amacı yayın saatini daha az masrafla doldurmak tı ve bunuda başardı.
Sonuçta TRT kaliteye Özel kanallar popülariteye önem vermektedir. Biri kendi dünyasında diğeri her tarafa yayılma amacında herkes beni izlesin kaygısında.
Ben şuna inanıyorum ki ; TRT her ne olursa olsun Milli Kültür , Ulusal Kimlik ve Toplumun Dejenerasyonu nu önlemek için var olmaya devam etmelidir. Dilin korunması ve doğru kullanılması, halkın aydınlatılması ve en önemlisi çocuk ve gençlerin gelişiminde rehber olması eğitici olması çok önemlidir.
Ortada bir pasta var her kanal bundan payını almaya çalışıyor. Bunu yaparken izleyene ne veriyoruz, toplumsal yaşama katkımız ne gibi sorulardan çok uzaklar. Saçma sapan isimlerle VJ ler DJ ler dönücem sana gibi abukluklar, şarkıcı şarkısını söylerken yanında bekçi gibi bekleyen gölgede kalmak istemeyen program sunucuları. Devir Türkü devri Hurra herkes Türkü programı yapıyor. Arabeskçiside popçusuda topçusuda. Sonuçta olan çocuklarımıza , gençlerimize oluyor. Herkes popstar olmak istiyor.Müziğin ciddi bir eğitim gerektirdiği kimsenin umurunda değil.

TRT burada önemini ortaya koyuyor ama tabiî ki doğru ellerde yönetilerek!!!

Kürşat Taydaş

Bir düşünür der ki : Adınızı söyledikten sonra kendinizi anlatmanız gerekiyorsa daha çok yolunuz var. (aslında bunu daha sert bir üslupla söylüyor) Gerisi sizde..... arayan bulur...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir